Gökçe Demir

Moda dünyasında genç bir soluk: Gökçe Demir

Gökçe Demir, el sanatları ve moda anlamında oldukça zengin bir tarihe sahip olduğumuzu ve bunun değerini bilmemiz gerektiğini vurgulayan, kültürüne sahip çıkarak oluşturduğu tasarımlarla çocukluk hayalini gerçeğe taşıma yolunda ilerleyen genç bir tasarımcı.
Avni Akyol Koleji’nin ardından İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi’nde öğrenim gören Demir’in, liseden mezun olacağı sene aklında hep gastronomi okuma düşüncesi dolaşıyor. Ancak İzmir Ekonomi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümüne kaydolurken buluyor kendini. 2015 yılında bu bölümden mezun olan Gökçe Demir ile Sümerbank tarihinin tozlu raflarından bulup çıkardığı kumaşlardan “Küçük Algılar” sergisine, moda tasarımından Delicate Social’ın kuruluşuna kadar
neler konuştuk neler…

Kediler bazen sarmaş dolaş, sevgi dolu; bazen hırçın bakışlarıyla agresif, ama kin tutmayan, özgür bir ruha sahip canlılardır. İşte böyle canlılarla dolu bir evde büyüdü Gökçe Demir. Kişiliğini ve içindeki yoğun hayvan sevgisini ancak böyle açıklayabilirim sizlere.

Anne Pınar Usal Demir İzmir’in ilk kaya tırmanışçılarından, millî yüzücü, dağcı, ressam ve kendini hayvanlara adamış bir çevreci. Baba Mustafa Arif Demir İzmir Dağcılık ve Doğa Sporları İhtisas Kulübü (İDADİK)’nün kurucu sporcularından biri, Türkiye Dağcılık Federasyonu kurul üyesi, doktor, fotoğrafçı. Aile doktorlardan oluşuyor ama sanata kayıtsız kalan yok. Anneanne Nur Usal ise ressam, küçüklüğünde Gökçe’ye renkleri, dikiş nakışı öğretip onu moda ve tasarım anlamında en çok etkileyen kişilerden biri.

Pınar Usal ve Mustafa Arif Demir, dağcılıkta tanışıp birbirlerine âşık oluyorlar. O günden itibaren hayalleri hep ortak oluyor. Hani derler ya aşk çocukları hep güzel olur diye, Gökçe Demir de bu aşkın bir sonucu olarak 24 Nisan 1991’de, Gaziantep’te dünyaya geliyor.

 “Ben kıyafetleri, kumaşları sevdim”

“Beni hep anneanneme benzetirler” diyen Demir’in modaya ilgisi çok küçük yaşlarda başlıyor. Demir o dönemi şu cümlelerle anlatıyor: “Anneannem tam bir kokoştur. Küçüklüğümde benim bütün kıyafetlerimi, evdeki her şeyi o dikerdi. Ben ona meraklıydım. 2 yaşımda bile kıyafetleri alıp bununla bu uyuşuyor mu diyormuşum. Yaz aylarında otururdum odamda, sadece dikiş yapardım, bir şeyler öğrenirdim. Gerçekten de küçüklükten beli oluyor insanın neyi sevdiği.”

Eski şeyleri canlandırmayı seven Demir yenilenebilir tasarımlar üzerinde çalışıyor, tüketim çılgınlığını eleştiriyor ve bu nedenle “Hiçbir zaman moda dünyasını sevmedim. Ben kıyafetleri, kumaşları sevdim.” diyor.

Gastronomiden modaya

Hayallerinde moda tasarımcısı olmak hep var oluyor ama Demir, lise son sınıfta gastronomiye ilgi duyuyor, sınavlara hazırlanıyor. Yeditepe Üniversitesi’nde gastronomi, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde moda  tasarımı bölümünü kazanıyor. Gastronomi bölümünde kartı bile basılıyor basılmasına, ama bir gün hocaları onu çağırıp gastronomi bölümünün ona uygun olmadığına dair düşüncelerini dile getiriyor. Zaten modayı küçüklüğünden beri isteyen Demir, kayıtların bitişine yarım saat kala Ekonomi Üniversitesi’nin altıncı katından uzaklara bakarak “Hiç unutmuyorum” dediği o ânı anlatıyor:

“Ben zaten küçüklüğümden beri moda istiyordum. Babamı aradım. ‘Kalbinin sesini dinle’ dedi, ‘Sonuçta sen hep moda eğitimi almak istiyordun.’ O yarım saat içinde karar verdim. İçimden gelerek modaya kaydolmuş bulundum ve hiç pişman olmadım.”

Delicate, iki haftada kuruldu

Güzel Sanatlar Fakültesi bölümlerinin sanıldığı kadar kolay olmadığını, bu işi sevmeden yapmanın çok zor olduğunu belirten Gökçe Demir, mezun olduktan sonra kendini tekrar eden işlerdense, farklı bir şeyler ortaya koymak istiyor. Ve bu istek, bir yıllık uzun aranın ardından iki hafta içinde “Delicate”ın doğmasıyla sonuçlanıyor. Üniversitenin ilk yıllarından bu yana aklında olan “Delicate” ismini seçmesinin nedenini Demir şu cümlelerle açıklıyor:

Delicate, ‘hassas, ince ruhlu ve kırılgan’ demek. Herkes beni daha asabi olarak tanır ama ben kendimi bu şekilde gördüğüm için bu ismi koydum. Görsel olarak da uluslararası bir kelime oldu. Bu ismin tescilini aldım. Uğraşmak isteyince oluyor. Aslında ne yaptığını biliyorsan ve istiyorsan hiçbir şey çok zor değil.”

“Şimdi ne yapacağız?”

Firmayı kurduktan sonra “Şimdi ne yapacağız?” sorusuna yanıt arayan Demir, bu noktada nasıl farklı tasarımlar ortaya koyabileceğini düşünmeye başlıyor. Yapmayı planladığı kimonolar için kumaş ararken terzi ona Kemeraltı’ndaki bir perdeciyi tarif ediyor.

Perdeciye gittiğinde askıda sallanan kumaşlar Demir’in hemen dikkatini çekiyor ve “Küçük Algılar” koleksiyonuna uzanan yolculuk da işte tam burada başlıyor.

“HA-VA-Tİ”nin gizemi

Kumaşlarda İsa’dan Elvis’e, kovboylardan kızılderililere kadar pek çok ikonik figür yer alıyor. Dükkân sahibi bunların çok eski baskılar olduğunu, çoğundan bir adet bulunduğunu söylüyor. Baskıların üzerindeki “HA-VA-Tİ” yazısı dışında tasarımcıya dair bilgiye rastlamayan Demir, Sümerbank’ın 1972 yılından sonra Amerika’ya duvar halısı olarak sattığı bu baskıların geçmişini araştırmaya başlıyor.

Bu gizemi nasıl çözdün?

Konuyu deştikçe çok ilginç bilgilerle karşılaştık. Baskıların üzerindeki HA-VA-Tİ yazısına dair hiçbir kaynaktan bilgiye ulaşamadım. Bir gün tesadüfen arkadaşımın Sümerbank’ta çalışmış kayınpederi gördü ve ‘Bunlar Sümerbank’ın Amerika’ya duvar halısı olarak sattığı şeyler. Biz bunları Amerika’ya yollardık. Yüzde 80’i şu an Amerika’da. Bunlar İzmir’de kalanlar’ dedi. Biz HA-VA-Tİ’yi böylece öğrendik: Hayrettin-Vahdettin Ticaret. Zamanında Harlem’e de yollarlarmış bunları. Sonra şirketi araştırdık, yirmi yıl önce kapanmış. Kendi tasarımımda kullandığım için onların haklarını da ihlal etmek istemiyorum. Ama insanlara da ulaşamıyoruz. O yüzden her yerde isimlerini geçiriyorum.

Demir oradan kırka yakın baskıyı alarak işe başlıyor ve ‘Küçük Algılar’ anlamına gelen “Les Petites Perceptions” koleksiyonu ortaya çıkıyor.

Koleksiyon, adını nereden alıyor?

Yazın Incognito (Beynin Gizli Hayatı) diye bir kitap okuyordum. Orada her gün baktığımız ama görmediğimiz ayrıntılardan bahsediliyor. Koleksiyona ‘Küçük Algılar’ ismini verdim çünkü bu kumaşlar yıllardır o dükkânda bayrak gibi sallanıyor, gözümüzün önünde ama kimse bunları fark etmemiş.

Neden baskıları kimono üzerinde kullandın?

Panoları kimonoya çevirmemin sebebi desenleri hiç bozmadan kullanmaktı. Onları kesip biçmeden nasıl kullanabilirim diye düşündüm. Bunun için giyen kişinin onu tablo gibi sırtında taşıması gerekiyordu.

Vogue dergisinin kasım sayısında “Küçük Algılar” koleksiyonuna yer verildi. Olaylar nasıl gelişti?

Vogue’da çalışan bir editör okulumuzdan mezundu. Benim de çok eskiden tanıdığım biriydi. Herkes ‘Yaz’ diyordu. Ama ne diyecektim, beni Vogue’a çıkar mı? Asla yapacağım bir şey değil. Delicate için sosyal medya hesapları açmıştım. Instagram’dan takip ettim, ânında bütün fotoğrafları beğendi. Ve ben olduğumu hiçbir şekilde belirten bir şey yoktu, sadece firmanın e-posta adresi yazıyordu. Bir mail geldi. ‘Dekupe fotoğraflar ve bülten var mı’ diye sordu, o an bir şeyler olacağını anladım. ‘Hemen bana yolla, ben şu an ekim ayını bitirmek üzereyim. Kasım ayını yapıyorum, seni kasım ayına sıkıştıracağım.’ dedi. Sonra Vogue’un 52’nci sayfasına Japon kızı koydular. Büyük bir gurur oldu benim için.

Türkiye tekstilde çok iyi bir yerde

Tekstil sektörünün Türkiye ekonomisine büyük katkı sağladığını belirten genç tasarımcı, gelinlik konusunda İzmir’in dünya liderlerinden biri olduğu ve Çin’le yarıştığı bilgisini veriyor. Demir, bir sanatçının kültürünü yaşatmazsa yok olacağını düşünüyor ve şunları ekliyor:

“Türkiye’de o kadar değerli sanatlar var ki. Örneğin tel kırma, bakır işleme, ebru… Ebru Osmanlı’dan çıkma çok köklü bir sanat. Avrupa’da yok. Türk tasarımcılar ellerinde böyle bir geçmiş varken bunu iyi değerlendirmeliler.”

Hedeflediğin yerde misin?

İstediğim yerdeyim diyebilirim. En azından adım attım. Ailem beni ‘Sen sanatçısın, sen şuraya gitmelisin, şunu yapmalısın, bunu yapmalısın’ diyerek hep destekledi. Belki onlar böyle yaklaşmasaydı bugün bu noktada olmazdım. Çoğu insan belirli kalıplarla yaşıyor; bir şirkete gireyim, çalışayım, bitsin diye düşünüyor. Bir tık daha sonrasını görmemiz gerekiyor. Yani tasarımcı nedir, sanatçı nedir; bunları biraz düşününce eğer kendini sanatçı olarak görüyorsan sen herkesten birazcık daha farklı düşünmek zorundasın, bu senin işinin bir parçası. Ailelere bence burada çok büyük bir sorumluluk düşüyor. “Sen sanatçı mı olacaksın? Hobi için gene yap” demek yerine destek olmalılar. Sanatçıya aylak gezen biri olarak bakılıyor. Olabilir. Ama sen onlardan olmak zorunda değilsin.

En çok ilham aldığın kişi kim?

Anneannem bana renkleri, dikişi, proporsiyonları öğreten kişi. Aslında ailemdeki herkesin üzerimde etkisi var. İlham almak anlamında bir insan düşünmek istersek, Atatürk’ü örnek verebilirim. Atatürk, herkese ilham olması gereken bir insan. Bunu herkes söylüyor ama gerçekten biraz araştırınca, herkese farklı şekilde ilham olabilecek kadar birikimi olan biri. Ben de moda anlayışından ilham alıyorum. Atatürk, 1930’larda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kıyafetlerini Coco Chanel’e tasarlatmış bir lider. Temsil ettiği insanlara bu kadar değer veriyor, bu nasıl bir gurur!

İzmir Ekonomi Üniversitesi Tasarım Çalışmaları Bölümünde yüksek lisansını sürdüren Demir, Atatürk’ün kıyafetleri ve moda anlayışı üzerine bir çalışma hazırlığında. Demir’in tasarımlarına göz atmak isterseniz ziyaret edebileceğiniz adresler:

Instagram : delicate_store
e-posta     : delicatesocial@gmail.com

Bir yorum ekleyin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir