Bosna-Hersek

Lejla-Jusic-Kraj-tanana-sadrvana

11 yaşında bir kız çocuğu 1992 yılının acılı günlerine kendi penceresinden şöyle bakıyor:

“Dün Parlamento’nun önündeki halk sessiz sedasız, barış içinde Vrbanya Köprüsü’nden geçmeye kalktı. Ama onlara ateş edildi. Kim? Nasıl? Niye? Dubrovnikli tıp öğrencisi olan kızın biri ÖLDÜRÜLDÜ. Kanı köprünün üzerine döküldü.”

Filipović Zlata henüz 11 yaşında. Dönemin en çok okunanlar listesine giren Mimmy adlı günlüğüne bir Anne Frank olmak istemediğini yazarken şunları da ekliyor:

Sevgili Mimmy, artık sana kendimden bahsetmeyeceğim. Sana artık savaştan, yaralanmalardan, ölümden, top mermilerinden, hüzünden ve üzüntülerden bahsedeceğim. (23 Mayıs 1992)”

“BİR MEZBAHA! KATLİAM! DEHŞET! CİNAYET! KAN! ÇIĞLIKLAR! GÖZYAŞLARI! UMUTSUZLUK! Vaso Miskin Caddesi’nin bugünkü manzarası böyleydi. (27 Mayıs 1992)”

“Sevgili Mimmy, dün hiç su yoktu, evvelsi gün ve ondan evvelsi gün de öyle. Bu sabah 08.30’da sular geldi. Şimdi saat 10.30, yine yavaş yavaş sular gidiyor. Elimize geçen her şeyi suyla doldurduk.”

Travnik’i, Mostar Köprüsü, cevapi kebabı, acıları, tatlıları ve Hersek’iyle birazcık Bosna…

Bu coğrafyaya adım attığınız andan itibaren önce derin bir hüzün sizi sarsıyor, üşüyorsunuz. Ardından hayata bir şekilde tutunan bu güler yüzlü insanların sıcaklığı size geçiyor, içiniz ısınıyor. Sizinle doyamadığım bu geziyi paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Hazırsanız, başlıyorum…

Bosna’yı öğrenmek için önce Boşnakları tanıyalım.
Boşnaklar titiz, keyiflerine düşkün ama çalışkan, içkiyi seven ama çok içmeyen, biraz inatçı ve genelde uzun boylu, sarışın insanlar. Çoğunlukla suya para vermiyorlar, çünkü Bosna’nın her yanı yeşillik ve su. Bir Boşnak ailesiyle ilgili bilgi almak istiyorsanız bahçelerine bakmanız gerekiyor. Bu uçsuz bucaksız yeşillikte yaşayan insanlar bahçelerine inanılmaz bir özen gösteriyor, o kadar ki büyükbaş hayvanlarını bile kokmasın diye bahçelerinden uzakta besliyorlar. Boşnak kahvesini çok seviyorlar, kesme şekeri kahvenin yanında kıtır kıtır yiyerek tüketiyorlar. Türklere kardeş gözüyle bakıyor, Osmanlı Dönemi’ne rastlayan ortak tarihimize saygı duyuyorlar.

Tito’nun Yugoslavya’sı

Tito’nun ardından paramparça olan bir ülke Yugoslavya. Boşnak halkın dramı, Sırpların ‘Büyük Rüya’sı ile başlıyor. Stalin’e kafa tutan, nazilere meydan okuyan Tito, 1943 yılında, tek bir çatı altında, ortak bir kültürle bir arada tutmaya çalıştığı Yugoslav halkının bölünmesine engel olamıyor. Asıl adı Josep Broz olan Tito, yoksul bir çiftçi aileden gelip gözlerini açıyor dünyaya ve önemli bir lider olarak da veda ediyor. Yugoslavya’nın, Avrupa’nın en güçlü bölgesi konumuna yükseldiği günler. Ve Tito ölüyor. Onun ölümü, yaşamında engel olamadığı ve olamayacağını bildiği din ayrımlarına ortam yaratıyor.

Tek fark: din

Müslüman Boşnakları, Katolik Hırvatları ve Ortodoks Sırp halkını birbirinden ayıran tek şey din. Dilleri, davranışları, yüzleri, gelenekleri bu denli benzeyen bu insanlar din çıkarları uğruna büyük bir savaş sahnesine konuk oluyor. 1991’den 1993’e ne Birleşmiş Milletler ne NATO ne Avrupa çare oluyor acılarına. Pek çok Boşnak Avrupa’ya, Türkiye’ye, Avustralya’ya göçüyor.

Günümüzde ne yaşarlarsa yaşasınlar, bunun savaştan kötü olamayacağının farkında olan Bosna insanları, yaşamlarını keyifli ve huzurlu geçirebilmek için her nefesi özenle alıyor, her ânın içini özene bezene dolduruyor. Yaşananları düşününce, kötülükler ve olumsuzluklar olarak hayatlarımızda yer verdiğimiz onca şey küçük bir toz tanesi kadar kalıveriyor.

Boşnaklar hayatı dolu dolu yaşıyor

Saraybosna’dan otele doğru ilerlerken rehberimiz Mujaga, Boşnakların günde 6-7 fincan kahve içtiğini belirtiyor. “Keyfimize çok düşkünüz. Burada yemek söylediğinizde yavaş gelmesine hazırlıklı olmalısınız. Çünkü biz yavaşça yiyip günün kalan kısmını daha keyifli geçirmeye bakarız. Acele etmeyiz. Pek çay içmeyiz. Burada en çok Boşnak kahvesi içilir. Boşnaklarla Türkler kardeştir. Burada Osmanlılar yıllarca yaşamış.” deyince Boşnak kahvesinin Türk kahvesine neden bu kadar benzediğini anlıyorum. Tek fark şekeri kahvenin içinde değil, yanında tüketmeleri. Bir de meşhur Boşnak böreği var. Biraz su böreğine benziyor, daha çıtır ve içinde peynirin yanı sıra kıyma, patates de olabiliyor.

Para birimleri KM (değiştirilebilir mark). Bosna’da 1 Euro 2 KM ediyor. İnsanlar suyun diğer içeceklere göre daha pahalı olduğunu ifade ediyor. Her yerden su içmenin mümkün olduğunu da ekliyorlar.

Fatih Sultan Mehmet’in Travnik molası

Mujaga, Bosna’nın suyunun ne kadar temiz olduğunu şu cümlelerle anlatıyor: “Plavna Voda (Göksuyu, Mavi Su), zamanında Fatih Sultan Mehmet’in Travnik’te askerleriyle dinlenirken su içtiği bir nehir. Buradaki bir çeşmeden bir yudum su içerseniz Bosna’ya tekrar geleceğiniz, 2 yudum içerseniz burada âşık olacağınız, 3 yudum içerseniz burada bir Boşnak ile evleneceğiniz söyleniyor.”

Travnik’in bir özelliği de Osmanlı döneminde başkent olması. Zamanında “Sadrazam Şehri, Küçük İstanbul, Gizli Kale” gibi isimler almış. Ağırlıkla Hırvatların yaşadığı bir bölge.

Özellikle Travnik Kalesi gibi tarihi yerlerin girişinde merhabası tatlı teyzeler kâğıttan külahların içinde meyve ve çerez satıyor. Herkes az çok Türkçe bir şeyler biliyor. Yerli halk pek İngilizce konuşmuyor. Türkçe de bilmiyorlarsa anlaşmak biraz zor olabiliyor. Ama o kadar samimiler ki, bir süre sonra her şey kendiliğinden çözülüveriyor. Sessizlik hâkim Bosna’nın her yerinde. Kimi evlerin duvarlarında kurşun izi var hâlâ.

Kültürler harmanı: Saraybosna

Bosna-Hersek’te aynı mezarlıkta hem Müslüman hem Hristiyan mezarları görmek mümkün. Savaşta hayatını kaybeden insanlar, ortak bir kültürle yoğrulmuş Yugoslav halkları. Yani bu topraklarda yatanlar arasında Katoliği de var Ortodoksu da Müslümanı da. Saraybosna ise adeta bir kültür sentezine ev sahipliği yapıyor. Bir yanınızda kilise varken diğer yanınızda bir cami yer alıyor, Şişman İbrahim Paşa Camii mesela. Arkanıza döndüğünüzde bir katedral, aynı anda önünüze baktığınızda bir sinagog görmeniz mümkün.

Saraybosna çarşısı

Saraybosna, çarşısı ile ünlü. Savaş zamanından kalma antikaların nostaljik dokusu, ahşap kokusuna karışıyor. Başkent Saraybosna herkesin her şeyi bulabileceği bir merkez. Ancak dükkânlar gün içerisinde çok erken açılmıyor, çok geç kapanmıyor. Esnafı yakalamak bir turist için pek de kolay değil.

Şehir merkezinde de kırsal kesimde de kolay kolay korna sesi duyulmuyor. Huzurlular. Mujaga diyor ki: “Korna sesi yok. Boşnaklar trafikte de bağırmıyor, korna çalmıyor. Çünkü biz keyif insanıyız. Düzgünlüğü, temizliği çok severiz.”

Böylesine huzurlu bir ortamda ortalama yaşam süresini sorduğumda kadınların ortalama 82, erkeklerinse 75-76 yıl yaşadığını öğreniyorum. Bu sırada bir amca yaklaşıyor ve trenlerin dağ taş dinlemediğini, her yeri trenle dolaşabileceğimizi müjdeleyip gidiyor.

Boşnak mutfağının vazgeçilmezi: Ćevapi

Boşnakların meşhur yemeklerinden biri “ćevapi” ya da diğer bir deyişle “ćevapčići”, kocaman bir lavaşın arasında gelen lezzetli bir çeşit döner. Öylesine doyurucu ki ardından gelen nefis tatlıya yer kalmıyor midenizde. Bu tatlı da kültürlerimizde ortak bulunan yiyeceklerden biri olan baklava. Ancak Boşnak baklavası tabakta bir adet geliyor, çünkü oldukça büyük. Kuru et tüketiminin de azımsanmayacak ölçüde olduğunu belirtmekte fayda var.

Mostar

Her ne kadar “Bosna” desem de size, Bosna’yı Hersek’ten ayırmak olmaz. İvan Tüneli’nin diğer ucu Hersek. Dağlar uçsuz bucaksız.

Bosna-Hersek iki çeşit iklim yaşıyor: Akdeniz ve Karadeniz iklimleri. Akdeniz ikliminin kavurucu sıcağını yaşayan bölgelerden biri de Mostar Ovası. Üzerinde 7 hidroelektrik santrali, 12 baraj ve bir yapay göl bulunduran Neretva Nehri’nin ardından Mostar Ovası’na geçiyoruz. Burası eski bir Osmanlı şehri.

Topraklar çok verimli deniyor. Buralarda en çok Hırvatların yaşadığı bilgisini ediniyoruz. Hırvatistan’ın Dubrovnik şehrine oldukça yakın olan Mostar’da tarihe tanıklık eden bir efsane uzanıyor bir kıyıdan öteki kıyıya: Mostar Köprüsü.

Mimar Hayrettin’in Mostar Köprüsü

Eski zamanlardan birinde, Adriyatik Denizi’nde ticari şehir olarak bir Dubrovnik varmış, bir de Saraybosna. Burada dinlenir, uyurmuş insanlar. Bir gün padişaha bir mektup yazmışlar ‘Burayı da alır mısın?’ diye. Ve almış padişah, ardından Mimar Sinan’ı çağırtmış köprü yapımı için. Mimar Sinan önce kendi yapacakmış köprüyü, ama sonra düşünmüş ve bu görevi bölgeyi daha iyi bilen Mimar Hayrettin’e devretmiş.

Mimar Hayrettin tam 99 basamaklı yapmış köprünün merdivenlerini. Müslüman bir toplumda 99 özel bir sayıdır. Mimar Hayrettin, köprünün yapımı biter bitmez dağlara kaçmış, çünkü köprü yıkılırsa kellesinden olacakmış.

1993’e kadar sağlam kalmış Mostar Köprüsü. Savaşla birlikte yıkılınca Hırvatlar tarafından 3 günde tamamen yok edilmiş. Yeni köprüde 93 basamak bulunuyor. En büyük mimarların dahi 99 basamak

yapamadıkları ve buna ‘1993 savaşının hatırası’ bahanesini buldukları söyleniyor. 99 basamağın sırrınıysa Mimar Hayrettin’den sonra çözebilen olmamış.

Köprüden atlayan damatlar

Rivayet o ki, özellikle tek kızı olan babalar kızlarını her erkeğe vermek istemezmiş. Bir kadınla evlenebilmek için cesaretini ve erkekliğini kanıtlamalıymış erkek. Bunun yolu da Mostar Köprüsü’nden atlamaktan geçermiş. Baba, damat adayının atlayışını sevmezse ‘inadım inat’ dermiş de kızını vermezmiş.

Mostar kaldırımlarının sırrı

Köprüye giden çarşının yolları Boşnakların inatçılığına güzel bir örnek. Yolların taşlarının yuvarlak olmasının sebebini rehber şöyle açıklıyor: 

“Mostar yazın 50 dereceyi görürmüş. Bu yüzden kadınlar ince ve kısa giyinirmiş. Erkeklerle kadınlar çarşıda yürürken birbirine bakarmış. Müslüman bir toplumda bu hoş bir davranış olmadığından bir çözüm bulmak istemişler. Yasaklar çözüm olamazmış, çünkü inatçılığıyla ünlü Boşnak insanına yasakları kabul ettirmek imkânsızmış. Mimarlar düşünmüşler ve taşları kaygan, yuvarlak yaparsak herkes önüne bakarak yürümek zorunda kalır demişler.” 

İşte bu nedenle hangi ayakkabıyı giyerseniz giyin yürürken en az bir iki kez tökezliyorsunuz Mostar çarşısında.

Sayfalara sığmayan tarihiyle Bosna-Hersek, içimizde bir yer. Orada yabancılık çekmek, doğadan uzak kalmak imkânsız. Yaşadıklarıyla güçlü ve içten insanı, misafirperverliğiyle konuk ediyor sizi. Ve sokaklarda pek çok duvarda şöyle yazıyor: NEVER FORGET SREBRENICA…

BONUS: Bosna’yı ziyaret etmek isteyenler için birkaç kelime

Merhaba – Merhaba / Zdravo
Hoş geldiniz – Dobro došli
İyi günler – Dobar dan
Günaydın – Dobro jutro
İyi akşamlar – Dobro veče

Nasılsın? – Kako si? / Kako ste?
İyi – Dobro/Dobar/Dobra
Kötü – Loše/Loš/Loša
Adın ne? – Kako se zoveš?

Neredensin? – Odakle si?
Nerede? – Gdje?
Ne zaman? – Kada?
Ne kadar? – Koliko?

Bir yorum ekleyin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir